ABD ve Avrupa Birliği (AB), bu hafta başında Japonya ile açıklanan anlaşmanın ardından, AB'den ABD’ye yapılan ihracatın büyük kısmına %15 düzeyinde gümrük vergisi uygulanmasını öngören önemli bir ticaret anlaşmasına yaklaştı. Bu gelişme, Başkan Donald Trump'ın 1 Ağustos olarak belirlediği son tarih öncesinde küresel ticaret düzeninde yeni bir çerçeve oluşturma çabasının önemli bir adımı olarak değerlendiriliyor.
Yeni ticaret anlaşması Japonya modelini temel alıyor
Potansiyel AB-ABD anlaşması, kısa süre önce duyurulan ABD-Japonya ticaret anlaşmasına benzer maddeler içeriyor. Bu maddeler arasında %15 düzeyinde sabit gümrük vergisi, 550 milyar dolarlık Japon yatırım fonu ve otomobil tarifelerinin %25'ten %15’e indirilmesi yer alıyor. Söz konusu gelişmeler, aylar süren belirsizlikten sonra küresel piyasalarda iyimserliğe yol açtı.
Kanada ve Meksika ile görüşmeler çıkmaza girdi
Trump yönetiminin Kanada ve Meksika ile sürdürdüğü ticaret görüşmeleri ise çözümsüz durumda. Trump, anlaşma sağlanamaması halinde Kanada’ya %35, Meksika’ya %30 oranında gümrük vergisi uygulayacağı tehdidinde bulunuyor.
Çin ile ateşkes var ama risk sürüyor
Çin ile yapılan ticaret ateşkesi kapsamında mevcut gümrük vergileri %30 seviyesine indirildi. Ancak 12 Ağustos’a kadar yeni bir ilerleme kaydedilmemesi durumunda bu oranların tekrar artırılması ihtimali bulunuyor.
AB, %15’lik tarifeye sıcak bakıyor
Avrupa Birliği, bu yıl başında uygulanan katmanlı tarifelere kıyasla %15’lik düz tarifeyi daha yönetilebilir bir seçenek olarak görüyor. Ancak çelik ve alüminyum gibi bazı sektörlerin %50 oranındaki gümrük vergileriyle karşı karşıya kalmaya devam edeceği bildiriliyor. AB ülkeleri, olası bir anlaşmazlık durumunda 100 milyar dolarlık misilleme vergisi hazırlığı içinde.
Uzmanlar fiyat artışları konusunda uyarıyor
Eleştirmenler, %15’lik düz gümrük vergisinin bile ABD’li tüketiciler için fiyat artışlarına yol açabileceği uyarısında bulunuyor. Ayrıca bu oranların Japon otomobil üreticilerine haksız bir avantaj sağlayabileceği de öne sürülüyor. Ancak Trump’ın ekibi, bu anlaşmaların belirsizliği azalttığını ve stratejik yatırımlar üzerindeki Amerikan kontrolünü artırdığını savunuyor.